Menu

(A)rızayı Nasıl Giderirsin?

Aytuna Tosunoğlu

 

"Ülkemizin başını belaya sokma potansiyeli taşıyan bu güncel olayda kavramları birbirine dolamadan, tamamen içgüdülerimize güvenerek bir karar vermek zorundayız."

 

Hayvanların bilgisi, doğrudan doğadan gelir. Bu bilgileri pratik ve deneyimle çok az geliştirir veya hiç geliştirmezler. Biz, “en mükemmel yaratılmış varlıklar”, insanlar yani, doğa ile olan bağımızı zaman içinde koparttığımızdan, bilgiyi pratik ve deneyimle geliştirme sahamızı başka yere taşıdık.

Bulunduğumuz yerde içgüdülerimizin durumu ne…?

Bu yazı İskoç ekonomist ve tarihçi David Hume’un ve nicelerinin (Descartes mesela, Locke mesela… Ya da Kant, Darwin, Holbach...) insan zihnini meydana getiren tüm içeriklerin bize duyu organlarımız ve deneyimlerimiz tarafından sağlanan malzemeye indirgenebileceğini gösteren bir felsefe yazısı değildir.

Bu yazı yukarıda tarifi yapılan malzemenin algılardan başka bir şey olmadığını, içgüdülerin insan idrakinin yapabileceği hiçbir araştırmayla açıklanamayacak, son derece olağanüstü bir şey olduğunu hatırlatmak için yazılmıştır. Hatırlatmayı adım adım, yumuşak yumuşak, zorlamadan ve serinkanlılıkla yapacağız. Üstelik popüler bir konuyu kullanarak… Konu hakkındaki bilgim ortalama bir medya takipçisinin kimi tesadüf ettiği, kimi takip ettiği açık kaynaklarla sınırlı. Amerika’yı yeniden keşfetmedim.

Hazırsanız, başlayalım.

Başka bir ülkede doğmuş adamın biri, kolayca para kazanmanın yolunu, yöntemini –sanıyorum babasından- iyice öğrenmiş ve dolandırıcı olmuş. Pratik bilgi dolu zekasını ve çalışma sahasını yıllar içinde genişletmiş, ülkemize gelmiş. Buraya gelirken gençliğini, gözü karalığını, hatta belki arsızlığını da yanında getirmiş.

Belirli bir amacı var mıydı… Belki.

Yoksa zaman içinde imkanları gördü ona göre mi hareket etti… Belki.

Ama daha büyük paralar vurmak bir amaca dönüşmüş olmalı. Büyük paralar, büyük mevkilere yakın durur. Mevkilere ulaşmak için bilinir olmak lazım, değil mi? Çünkü o zaman sizin hakkınızda konuşacak birileri her zaman olur. Adam tutmuş ülkemizde çok dinlenen bir popüler şarkıcıyla evlenmiş.

Ona kendisiyle ilgili yalan söylemiş midir… Belki.

Peki, o popüler şarkıcı yalanları yutmuş mudur… Belki.

Bu kısmı bizi ilgilendirmiyor.

Adam azimle ve sabırla dantel gibi işleyerek üst mevkilere ulaşır. Kocaman kocaman ve kendisine ait olmayan paraları cebine indirmek için üst mevkide yer alanlarla yakın ilişkiler kurar. Çünkü o kocaman paralar kâğıt üzerinde hakkıyla kazanılmış paralar olarak gösterilmek zorundadır. Bunu yapabilmek için üst mevkidekilerle iş birliği lazımdır.

Adam konuyu açtığında üst mevkidekiler, “Tamam ama aldığımız riskin bir karşılığı yok mu?” diye sormuşlar mıdır… Belki.

“Yüzdemiz ne?” demişler midir… Belki.

Ya da onların sormasına fırsat vermeden, adam “Yardımcı olduğunuz takdirde birlikte yeriz. Şu kadarını size veririm, rica ederim” demiş midir… Belki.

Emin olun, kendilerine ait olmayan büyük bir paranın paylaşımı konusunda konuşmak üzere bir gün, belli bir saatte bir araya gelmişlerdir. Böylesi bir haksızlığı yapabileceklerine inanmadığımız hem kendilerine hem de işgal ettikleri makamlara yakıştırmadığımız için para konusunda konuşma fikrini bile müstehcen bulabiliriz. Onlar adına utanabiliriz.

Planlar kurulup, çarklar dönmeye başlar. Tıkır tıkır işler. Ta ki birileri araya çomak sokana kadar.

Araya çomak sokanların amacı ulvi midir… Belki.

Kıskançlıklarından mı yapmışlardır… Belki.

Çarkların dönüşünü bozmak onlar için daha yüksek bir kazancı mı getirecektir… Belki.

Ama onların da planları vardır ve kendinedir. Hayır’a alamet de değildir, üstelik.

Buraya kadar ki örneklemede elimizdekilere bir bakalım, neyimiz var? Dolandırıcı bir adamımız var. Yüzdeci üst mevki adamlarımız var. Çomaklılarımız var. Şimdi bir de bizden uzak bir ülkede hepimize parmağını sallayan, başka bir ülkenin hâkimi var. O da diyecek ki, “Bizim para birimini kullanarak dolandırıcılık yaptınız, bu suçtur! Cezasız suç yoktur!”

Biz doğal olarak, sana ne diyeceğiz. Sahi, biz neden burada yargılayamadık adamı ve üst mevki sahiplerini… İçgüdünüz bir şey söylüyor mu?



Her akşam, öbekler halinde televizyona çıkan ya da gazete köşelerinde “entelektüel kırtasiyecilik”, “kelebek deliği”, “jeopolitik iklimler”, “yığışımlardan oluşan bütünler”, “dünyaya başka türlü bakmak”, “sıfır toplam oyunu” (yani kazan-kazan değil; ya kazan ya kazan demekmiş), “kaos çağının cephaneliği” gibi sözcük birliktelikleri yaratarak kakofoni yapanlara kulak asmayın. Hepsi sadece kirlilik yaratıyor ve içgüdülerimizden uzaklaşmamız için tuzak kuruyor. Durumların izahında kakofoni kullandıkları için temel bilgiye ulaşma yolunda veri toplamamıza engel olmaya çalışıyorlar.

Hayatın bütün seyrinin dayandığı deneysel akıl yürütme, içimizde bilmediğimiz şekilde işleyen bir çeşit içgüdü, mekanik bir güçten başka bir şey değil. Bütün faaliyetlerimizde, özellikle bu güncel konu hakkında düşünürken içgüdümüzü yöneten entelektüel yetimizin asıl nesnesi olan fikirler arasındaki ilişkiler veya kıyaslamalar var. Fikirler arasındaki ilişkiler ve kıyaslamalar kafa karıştırıcı, çıkmaza dönüştürücü olmadığı gibi tam tersine, dolandırıcıya dolandırıcı, hırsıza hırsız demek kadar sağlam.

Ülkemizin başını belaya sokma potansiyeli taşıyan bu güncel olayda kavramları birbirine dolamadan, tamamen içgüdülerimize güvenerek bir karar vermek zorundayız. Zorundayız çünkü, yakın bir gelecekte bizi yönetmesi için üst mevkidekilere ya da yenilerine oy vereceğiz.

Benim içgüdümün durumu ortada. Bana diyor ki, “Adam hırsız. Kendi gibi hırsızları da bulmuş. Ülkenin parasını, yani benim, senin, çocuğunun, çocuğumun hakkını yiyor. Ben ses çıkartmadığım sürece beni aptal yerine koymuş oluyor.”

“Kötü” adamların yarattığı tahribata ve akıl bekamızı tehdit etmesine karşı direnmek zorunluluktur. Yoksa yaşamın sevinç ve umut dolu bir macera sayılmasını yeni nesillere göstermemiz imkânsız!

 


Kapak illustrasyonu: www. motherjones.com

 

 


Herkes bilsin