Menu

DNA Kırıklarını Onarabilirsin ama Kendi Rektörünü Seçemezsin


Ali Murat İrat, aykiriakademi.com için 2017 yılında Türkiye'de akademik yapının geldiği son noktayı yorumladı...
 

Akademi tabii ki yalnız başına binalardan, hocalardan ve öğrencilerden oluşmuyor. Onun etkilediği müthiş bir hinterland var. Yani, örneğin, bir üniversitenin varlığı bir şehrin dokusunu rahatlıkla değiştirebiliyorken, benzer şekilde onun varlığı ve ürettiği bilgi de kültürden sanayiye kadar her şeye etki edebiliyor. Üniversitelerin gücünün, direncinin ve onlara yapılan saldırının da en önemli nedeni tam olarak bu. Üniversite yalnızca bilimsel bilgi üretmiyor, aynı zamanda, bilginin nasıl kullanılacağına da yön veriyor. Son zamanlarda ABD modelinin, yani yalnızca sanayide kullanılabilecek bilgi üretme biçiminin yerleştirilmeye çalışılmasının nedeni de diğer bilgi türlerinin (Sanat, kültür vb.) kullanışsız olarak değerlendirilmesi.  O nedenle iktidar ve sanayi neyi gözetiyorsa bilginin üretim akışı da o yöne doğru çekilmeye çalışılıyor ki aslında üniversiteyi bitiren en önemli nedenlerden birisi bu özerk olamama hali. Özerklik tam da bu nedenle, bilgiyi özgür bırakabilmek adına önemli.

Ama şimdi bırakalım bunu üniversite kendi yöneticisi kendisi seçemeyecek hale getirilmiş durumda.  Yani şöyle söyleniyor ona: “Sen DNA kırıklarının oluşmasında UV ışınlarının rolünü çözmüş olabilirsin ama kendi yöneticini seçebilecek kadar akıl yok sende”. Ya da “Telomer kısalması üzerine yaptığınız çalışmalarla dünyanın en saygın bilim dergilerinde yayın yapmış olabilirsin ama rektörünü seçebilecek kapasite yok sende”. Bu kelimenin tam anlamıyla absürdlüktür ama absürdlük sanırım bu durumu tanımlayacak tek kelime de değildir. Üniversiteler bitirilmiştir diyebilir miyiz? Sanırım YÖK’le zaten bitirilmişti ama işte biraz biraz bir şeyler olabiliyordu.

Tabii bir başka mesele de düşünce özgürlüğü… Bu mesele ilginç çünkü aslında herkes özgürce düşündüğünü sanır. Halbuki insanların çoğunun kafasında dönen dolanan fikirler yalnızca zanlar ve kanaatlerdir. Toplumsal yapıyı elinde tutan hegemonik söylem her alanda, karşılaşılan her sorun ve krizde bu zan ve kanaatleri ihtiyaca göre yeniden üreterek dolaşıma sunar. Örneğin İran’da ayaklanmalar başladıysa insanların bu konuda fikir üretmelerini sağlayan zanlar ve kanaatler devreye girer. ABD’nin açıklaması, İran’ın tarihsel durumu, yönetim biçimi, İslam, Rusya’nın tutumu, Şiilik gibi bir çok olgu üzerinde hangilerinden daha fazla kanaat elde edilmişse bu kanaatler insanlara kısa zamanda bir yol haritası çıkarır. İşte üniversite ve bilimsel düşünce bunun dışında derin ve geniş bir külliyatı araştırma ve yorumlama geleneğinin temsilcisidir ve toplumsala yön vermedeki gücü de biriken bilginin anlık yorumlanmalarıyla doğru yöne kolayca gidilmesine aracı olmasıdır (Tabii kolayca akademisyen olunmamışsa geçerli bu dediğim). Şimdi akademisyenler yerine eski manken ve modellerin, üçüncü sınıf şarkıcıların neden kanaat önderleri haline getirildiği sanırım daha iyi anlaşılır hale gelmiştir.

Bugün üniversitede özgürlük yoktur. 2017 yılında, maalesef, bilim insanlarımızın ancak yurt dışındaki saygın üniversitelerde elde ettikleri başarıları okurken, ülkemizde deve sidiği tartışması yapıyorduk. İfade özgürlüğü açık biçimde zaten zaptu rapt altına alınmıştır ancak dahası düşüncelere de otosansür uygulatan bir sistem devrededir. Başıma ne gelir düşüncesi akademisyenlerin ürettiği bilgi, ulaştığı sonuçlara temkinli bakmasına neden olmaktadır. Üniversiteler artık ancak bir “yüksek lise” olarak anılabilir duruma gelmiştir. Kuşkusuz hali hazırda bilimsel üretim yapan, kurumsallaşmış, organize olmuş üniversitelerimiz ve gelişmelere açık bilim insanlarımız var ve sanırım onların yüzü suyu hürmetine üniversiteler ağır aksak da olsa, kendilerine destek verilmese de adının altındaki ağırlığı sırtlamaya, hala, çalışmaktadır.

 

 

 

 


Herkes bilsin