Menu

İKİ BİN ON YEDİ: Göz Var İzan Yok

Aytuna Tosunoğlu

 

Geçmişe bakınca tüm musibetlerin olumlu gelişmeler için birer yapı taşı oluşturduğunu düşünebiliriz. Ya da tersini; her şey daha da kötüye gidiyor. Aşağıda utanç vesilesi olarak da görebileceğimiz bir 2017 yılı sergisi var.
Davetlimsiniz.
Olaylar arasında dolaşırken, önümüzdeki 2018 yılının bir bilinmez olduğunu düşünüp ürkmeyiniz. Bilinmeyenden korkarız, çünkü. Değişimden bu yüzden kaçınırız. Ancak tarihin tek değişmezi, her şeyin değiştiğidir.

 

İki bin on yedi yılında, Ocak ayının ilk gününde, İstanbul'da, Beşiktaş Ortaköy'de bir gece kulübüne terör saldırısı düzenlenmişti. Abdulkadir Masharipov adındaki terörist soğukkanlılıkla içeriye girip orada bulunanlara ateş açtı. Otuz dokuz kişi öldü. Yetmiş dokuz kişi yaralandı. Masharipov ve eşinin de aralarında bulunduğu 51'i tutuklu 57 sanığın yargılanmasına bir yıl sonra, 11 Aralık 2017 tarihinde başlandı. Saldırı öncesi Masharipov’un eşi ve çocuklarına bir video mesajı bıraktığını basından öğrenmiştik. Küçük oğlu büyüdüğünde kendisi gibi intihar eylemcisi olmasını öğütlediğini de oradan öğrendik.


Şubat ayında bir süre önce oluşturulan Varlık Fonu'nun yapısıyla alakalı haberler ekonomi başlıklarında yer aldı. Milli Piyango, şans oyunları ve at yarışlarının devredildiği Varlık Fonu'na kamunun devleri de aktarıldı. Başta Ziraat Bankası olmak üzere, Borsa İstanbul gibi kuruluşlar Varlık Fonu'na devredildi. Sonraki aylar içinde bu konuda çok sayıda fikir beyan edildi. Devredilen fonun tam olarak hesaplanması mümkün olmasa da toplam değerin 200 milyar dolar olduğu söylendi. Kimileri hesabı yaparken başka bir parametre kullanmış olmalı ki 50 milyar dolar diyen de oldu. “İslami Finans adı altında faizsiz fonlar kurulacak, menkul kıymetler, kira sertifikaları Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Kuveyt gibi körfezin petrol zengini devletlerine pazarlanacaktı. Biraz Katar aldı. Diğerleri uzaktan baktı. Asya'ya yöneldiler. Singapur ile anlaşıldı lakin orada da imza atılamadı. Fiyaskolar ardı ardına yaşandı. Nitekim fon kendi içerisinde bile doğru dürüst bir uzlaşma sağlayamadı”, dendi. Cumhurbaşkanı açıkladı; “Gelişmeleri gördük, böyle yürümeyeceğine karar verdik!”

Bahsedilen sizin, ailenizin, benim, çocuklarımızın, torunlarımızın parası idi.


Mart ayında Hollanda ile miting krizi patlak verdi. Hollanda’nın, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağının iniş iznini iptal etmesi ve ardından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’yı istenmeyen kişi ilan ederek ve sınır dışı etmesi iki ülke arasındaki ilişkileri gerdi. Geriye Bakan Hanım’ın ağzımızda bıraktığı kekremsi tat kaldı; “Please, let me go. Please, please.” demişti. Hollanda’yı protesto etmek amaçlı portakal yeme eylemi yapıldı. Bağlantıyı ya da mantığı çok sonra anladık. Hollandalılar anlamamıştır, ne gam…


Nisan ayında referanduma gittik. Sandık başında, sayım sırasında, oyların torbalanmasında, seçim kurullarına teslimde markajdan tam puan aldık. Ama bir durumu hesaba katamadık: Yüksek Seçim Kurulu üyeleri…

Türkiye Cumhuriyeti’nin 30 Ekim 1923'te kurulan ilk hükümetinden bu yana uygulanan “Cumhurbaşkanı-Başbakan ve Bakanlar Kurulu” şeklindeki parlamenter sistem, 94 yıl sonra 16 Nisan 2017’de yapılan bu referandumla “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırılan başkanlık sistemiyle değiştirildi. OHAL şartlarında AKP ve MHP’nin uzlaşarak TBMM gündemine getirdiği yeni sistem, yüzde 51,41 oy oranıyla kabul edildi. Halk oylamasının ardından, YSK'nın "Sandık kurulu mührü taşımayan oy pusulalarının geçerli sayılması"na ilişkin kararının tartışıldığı Nisan ayında Yüksek Seçim Kurulu, CHP, HDP ve Vatan Partisinin halk oylamasının tam kanunsuzluk nedeniyle iptaline ilişkin taleplerini bire karşı 10 üyenin oy çokluğuyla reddetti. CHP'nin, YSK'nın mühürsüz oyların geçersiz sayılmasına ilişkin kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Danıştay’da açtığı dava da reddedildi. Muhalefet eden partilerin itiraz süreci adına kağıt üzerinde her şeyi tam yapmasını, kayıtlara geçmesini sağlamasını yetersiz bulduk. Morallerimiz bozuldu. Atı alan Üsküdar’ı geçmişti…


 

Mayıs ayında ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ilk yüz yüze görüşme gerçekleşti. Bu görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bölgemizin geleceğinde terör örgütlerine yer yoktur. YPG-PYD terör örgütünün muhatap alınması küresel düzeyde varılan mutabakata kesinlikle uygun değildir”, dedi. Ortak basın toplantısında konuşan ABD Başkanı Trump Türkiye’yi DAEŞ ve PKK gibi terör örgütlerine karşı desteklediklerini belirterek “İlişkimizi hiç kimse yenemeyecektir”, dedi. Cümlenin İngilizcesini duymak bile coşturur, insanı! Coştuğumuzla kaldık.

Yapmaz canım, erteler derken 4-5 ay sonra Barzani küt diye referandum yaptı. ABD YPG’ye silah ve eğitim desteğine devam etti, TR S400 siparişi verdi, ABD bize vize vermeyi durdurdu takiben 2019’a uzayan durağan randevu sistemine geçti…

Kudüs vesselam da cabası…


Haziran ayında baş döndüren bir ilişki trafiği vardı. Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, sonra Yemen, Maldivler ve Libya’da Tobruk yönetimi doğalgaz zengini Katar ile tüm diplomatik ilişkileri askıya aldıklarını duyurdu. Sonuçta ABD hepsine milyarlarca dolarlık silah sattıktan sonra bütün “sorunlar” çözüldü…

Haziran’da Adalet Yürüyüşü CHP Genel Başkanı’na 5 ayakkabı eskitti ama imajını güçlü kıldı. Kararlılığı hepimize ders olsun. Azmi mermerleri un ufak etsin. Guinness rekorları patlasın.

Sonrasını getiremedik.

Canımız sağ olsun.


Temmuz ayında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi için hazırlanan müfredat taslağında 9. sınıf öğrencileri için “cihat” konusuna yer verilmesini değerlendiren TBMM Eğitim Komisyonu’nun AKP'li üyesi Ahmet Hamdi Çamlı “Namaz dinin direğiyse, cihat çadırdır. Direksiz çadır bir işe yaramaz. Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yok” dedi. Dedi, vallahi. Cihattan ne anladığımızı sorguladık. Televizyona çıkıp fikir beyanında bulunan nicesi bizim dil bilgimizle alay etti ama yılmadık. Cihat’ın iki bölüme ayrıldığını, birinin Büyük Cihat, öbürünün Küçük Cihat olduğunu öğrendik. Büyük olanı insanın benliğinde barındırdığı kötülüğe ve dünyevi zevke olan yakınlığına karşı verdiği mücadele demek. Küçük olanı ise, İslam’ı savunma, hakim kılma ve fiili savaş anlamında dini mücadele… Neydi, nasıldı diye düşüneduralım, Temmuz ayında PISA testi sonuçları yayınlandı ve çadır metaforu kurmaya çalışan zihniyet sayesinde ülkemizdeki öğrencilerin bilim, matematik ve okuduğunu anlamada dünya ortalamasının altında kaldığını öğrendik.    


Ağustos ayında içimiz acıyla kavruldu. Trabzon Maçka’da erzak çalan PKK’lıları görüp jandarmaya haber veren 15 yaşındaki Eren Bülbül terör örgütünün silahlarından çıkan kurşunlarla şehit düştü. Tüm Türkiye “İyi ki Varsın Eren” paylaşımları altında birleşti ama şu soruyu soramadık: Eren’in o çatışma içinde kalmasına neden engel olunmadı? 

Giden gitti…

Sorumlular?


Eylül ayına geldiğimizde hepimiz 145 gazeteci ve medya çalışanının nicedir cezaevlerinde olduğunu ezberlemiştik. TÜİK araştırma sonuçlarını yayınladı, ortaya çıkan rakamlar şaşırtmadı. Utandırdı. 2016 yılı il nüfusu verilerine göre Ardahan, Artvin, Bayburt, Bartın, Bilecik, Çankırı, Gümüşhane, Iğdır, Kilis ve Tunceli illerinin nüfuslarından daha fazla sayıda insanın cezaevinde olduğu görüldü (223,451 kişi). Aradan geçen 15 yılda kadın mahkum sayısında yüzde 360 oranında artış yaşandığını da bu ay öğrendik. 2,791 çocuk mahpusun cezaevlerinde bulunduğunu da. Yedi milyona varan seçmen iradesi de halen tutuklu… Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde yazdığı öykü kitabı da Eylül ayında satışa çıktı. 10 günde 70 bin sattı.


Ekim ayında Meral Akşener’in partisi kuruldu. Onca hırpalamaya anca toparlandılar.  Basında çıkan haberlere göre, bu yeni partinin kurucuları arasında bulunan etkin bir isim, HDP’de siyaset yapan Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinden biriyle görüştü. Görüşmenin yeni partiye bir davet olmadığının altı çizilirken bölgedeki gelişmeler ve kurulacak partiyle ilgili görüş alışverişi yapıldığı kaydedildi. HDP’li siyasetçinin detaylı bir değerlendirme için partinin programının ortaya çıkması gerektiği görüşünü ilettiği öğrenildi. Bu arada 1 yıldır tutuklu olan 9 HDP milletvekilinin yanı sıra 5 milletvekilinin de vekillikleri düşürüldü. Meral Akşener’in partisi görüş bildirmedi.


Kasım’da Sağlık Bakanlığı birtakım veriler yayınladı. Şık bir adı olan verilere göre (hem şık deyip hem de adını koymamak olmaz; “Sağlıkta Dönüşüm Programı”) ülkemizde hasta memnuniyeti 13 yılda yaklaşık iki kat artarak yüzde 39 buçuktan, yüzde 72’ye yükseldi.

Allah Allah?

Yine verilere göre son 13 yılda sağlık harcamaları 293 kat arttı. Ailelerin cebinden hastanelere giden para ise yüzde 1136 artmış bulunuyor. Koruyucu sağlık hizmetlerini yürütmesi beklenen, her mahallede olan aile hekimlerinin çalışma saatleri içinde ve bir günde 100 hasta görmek zorunluluğu doğdu. Basit bir matematikle hasta başına iki-üç dakika zaman ayırması söz konusu. Kahve falı bile sekiz dakikada bakılır.  Yine verilere göre bir yıl boyunca bir yurttaş, diyelim siz, ben, yılda 8 defadan biraz fazla kere doktora gidiyormuşuz. Sayı fazla olunca Sağlık Bakanlığı bu konuya bir çözüm getirmiş. Hastanelere bir tebliğ göndermiş ve hasta randevusu aralığının 10 dakikadan 5 dakikaya indirilmesini sağlamış. Şimdi başa dönelim; hasta memnuniyetinin yüzde 72 olduğu açıklaması ile doktorun hastaya ayırdığı zamanın giderek kırpılması arasında tersten de olsa nasıl bir orantı var…

Durun bir dakika! Yoksa değeri 10 milyar lira olan toplam 18 hastaneye yılda 30 milyar lira ödemek için yüzde 70 müşteri –pardon hasta- garantisini yerine getirebilmeyle bir ilgisi mi var… Paket olarak satacaklar, belki. Yok canım.

“Çok sıra bekledim” deyip doktora saldıran AKP yöneticisinin de aralarında olduğu, sağlık çalışanlarına şiddet vakaları sayısının son beş yılda 46 bin 361 olarak teyit edilmişliğini de şuraya bırakalım…

Kasım’dan sıkıldım. 


Aralık’a kollarımı açtım. Orada da hepimizi “Bir vatandaş, terör eylemlerini ve devamı niteliğindeki eylemleri bastırmak için harekete geçerse (….) yargılanmaz” şeklinde bir KHK karşıladı. Sordum, hak ne? Terör ne? Dedi, bak işine…

Yıl boyunca kadınlarımıza neler ettiğimizi de sergiye koymalıydık. Yerimiz dar.

Yıl boyunca çocuklarımıza neler ettiğimizi de sergiye koymalıydık. Yüreğimiz kan.


Burası serginin sonu. Gezdiğiniz için teşekkür ederim.

Önünüzde 2018 var.

“Bir kapı önündeyim. Girsem suç, gitsem ayaz.” (1)

 

 


(1) Şükrü Erbaş’ın dizeleri

 

 

 


Herkes bilsin