"Kovaladıkça Kaçan Ateş Böceği misin?"
Orhan Gökdemir
“Unut yüzündeki bu çizgileri
Sana gelirken her yerden geçtim
Hatırlamam bile ben eskileri
Kadınca hakkımca savaşlar verdim”
Fatih Güzeli Aysel’di artık. Disiplinli ve mazbut bir anneydi. Karagümrük’te, atölyelerin arasındaki evlerinin civarında hurdaları toplayıp eskicilere sattılar bazen. Bazen tam yemek saatinde komşuya misafirliğe gittiler. Yine de ev sahibinin ısrar etmesini beklediler sofraya oturmak için.
Çocukluğundan beri edebiyata meraklıydı. Oyunculuğu sürdürürken, bir yandan da sarı yapraklı defterine şiirler karalıyordu. Tiyatrodan arkadaşı Baha Boduroğlu tesadüfen gördüğü bir şiirini bestelemek istedi. Güzin ile Baha’nın söylediği “Deli Balım” işte böyle ortaya çıktı. “Yörük Yaylası” popüler olunca devamı geldi. 1970’lerde “Ateş Böceği” Aysel’in başına konmuştu. Aysel Gürel’in zamanıydı artık.
Müjde Ar, “Gençliğinde bile çok yorgundu annem, geceleri tiyatro yapıyordu. Gündüz uyuyacak ki akşam işe gitsin. Bir odada soba yanardı. Mehtap’la ben uyansın diye suratına basardık. Kalkar bir tane patlatırdı” diye anlatıyor o günleri. Babadan kalma Rum evini satmış o günlerde. Evde piyano çalan olmamasına rağmen paranın büyük bir kısmını kuyruklu piyanoya yatırmış. Sonra yine yoksulluk zamanları.
Monogamdı ama çok flörtçüydü kızlarının anlattığına göre. Sadakat önemliydi onun için, çünkü sadakatsiz aşk da olmazdı, arkadaşlık da. Böyle bir üslup miras bıraktı kızlarına, bir dil kurmayı, karşındakinin kalbine bakmayı, gerçekleri acıtmadan söylemeyi.
Psikolog Ne Desin?
“Şimdi sen ayrılık yorganları sar
Hasretin kış olsun nefesin bahar
Tomurcuk verirken içimde dallar
Vakitsiz çiçek aç sana kış düşsün”
40’ından sonra dudaklarını simsiyah, saçlarını mosmor, kaşlarını kırmızı boyamaya başlayınca, Ertem Eğilmez annelerini bir ruh doktoruna götürmelerini tavsiye etmiş kızlarına. Götürmüşler. Fakat bakmışlar ki ruh doktoru ruhlar âleminde, Aysel’den daha deli. Teşhisi koymuş göndermiş; “Anneniz bir deha!”
Diyor ki sorulduğunda;
"İki ayrı Aysel Gürel var. Biri renkli perukasını takar, aklına geldiği gibi boyanır, istediği gibi giyinir, kural ve sınır tanımaz, hınzır, hazır cevap. Sabah kalktığında kapıyı çekip Amerika’ya gidebilecek bir Aysel. Bağsız, bağımsız, baştan aşağı özgür bir kadın. Diğeri alabildiğine sade, kültürlü iyi bir öğretmen."
Vakitsiz çiçek aç, sana kış düşsün. Mutlaka aç ama. Sonra düşün yazı, baharı, kışı. Herkes rengârenk saçlarına takılı kaldı ama o Türk müzik tarihinin en önemli söz yazarlarından biri. Türkolog ve tiyatro oyuncusu. Sözler devşirmiş dağarcığından unutulmaz şarkılar için. “Firuze” diyeyim ben size, “Ünzile” anlayın siz. “Yalnızca Sitem” var daha sırada, “1945” var, “Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam”, “Yanarım”, “Vur Yüreğim”, “Gençlik Başımda Duman” var… “Şiir Şimdi” ve “Senin İçin Sana Değil” isimli iki şiir kitabı var. Meyhane Köşeleri, Tek Kollu Canavar, Yurda Dönüş, Mıstık, Gümüş Gerdanlık, Silemezler Gönlümden, Hop Dedik Kazım, Öyle Olsun, Tantana Kardeşler, Kaybolan Saadet, Arzu, Yansın Bu Dünya, Fosforlu Cevriye isimli filmlerde rol almışlığı var.
Ne çok üretmek böyle? Diyor ya “vakitsiz çiçek aç sana kış düşsün.” Vakitsiz açmış bir çiçek Aysel. Kış düşmüş onun payına, yılmamış. Karakışa inat aşka sarılmış, bahara çıkmayı başarmış. Şıpsevdi mi? Evet. Tutkulu bir şıpsevdi hem de!
Diyor ki sorulduğunda;
“Aşk olsaydı genelevler olamazdı. Aşk çok güzel bir masal. Gerçek hayatta öyle değil aşk. Ama özel kişiler, şairler, ressamlar, yazarlar bu hayvani duyguyu idealize eder, güzelleştirir, ayağa kaldırır, soylu kılar.”
Müzik ve şiir nasıl kaçınacak bundan. Müziğe söz yazan, ama bunu şiire yakın durarak yapan kişiler ortaya kalıcı yapıtlar koyar. Aşk dediğimiz de zaten şiire ve müziğe yakın durmak değil mi?
Neredeyse her gün yeniden, yeniden âşık olan bir kadın bunu söyleyen. Hem kuşku var içinde hem de sınırsız bir inanç. Yüreksiz olur mu aşk?
“Bende zincirlere sığmayan o deli sevdalardan
Kızgın çöllerde rastlanmayan büyülü rüyalardan
Kolay kolay taşınmayan doludizgin duygulardan
Yalanlardan dolanlardan daha güçlü bir yürek var
Haydi gel benimle ol
Oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize
Oradaki sevgililer özenip birer birer
Gün olur erişirler ikimize!”
Demek ki aşkın dile gelmesi için koca bir yürek gerek, gerçeği ifade edecek bir dil gerek, kelimelere saygı, cümlelere özen gerek.
Diyor ki sorulduğunda;
“Ahmet Hamdi Tanpınar benim hocamdı. Onlar yüz senede bir gelen insanlar. ‘Su, mermer ve yeşil ve ölümsüz ilkbahar’ hocamın şiiriydi. Ya da ben etkilenip yazmışım, hatırlamıyorum. Benzerlikler şair için yararlıdır. İlk şiirler modellerine benzer. Ama kendi üslubunu bulmamış şaire, şair diyemeyiz. Ben de çok bocaladım, kimi zaman Faruk Nafiz Çamlıbel, kimi zaman Ahmet Haşim, kimi zaman Pablo Neruda oldum. Ta ki kendi şiirimi bulana kadar. Çünkü şiir duvarı çok geç ve güç örülüyor. Bir şarkıyı dinlediklerinde bu Aysel Gürel’in sözleri diyebiliyorlar, bu benim için çok önemli. Şarkılarımdan çok bu üslubu oturtmak bana gurur verir. Ama ticari şarkılar yapmıyor muyuz? Yapıyoruz. Sanatçı öyle bir şey istiyorsa yapıyorsun. Bu da işin işportası.”
Kim kaçıp kurutulabilmiş ki işportanın gazabından. Hayat gailesi işte; Ateş yanacak, çorba kaynayacak. “Çok kazanıyor musun” diye sorduklarında verdiği cevapta saklı o gazap. “Kimse heves etmesin” diyor, “şarkı yazarak geçinmek imkânsız. Bende altı valiz dolusu şarkı var. Eğer beni geçindirebilecek olsa, şimdi trilyoner olurdum. MESAM’dan üç beş kuruş gelir, o kadar.”
Yarın: 3.Bölüm - "Son Bakıştaki Hüzün"
1. Bölüm: “Vakitsiz çiçek aç, sana kış düşsün.”