Menu

Mandela: Ayakkabısı Ayağına Dar Gelen Adam

 

Bir 19. Yüzyıl düşünürü olan Kont Joseph Arthur de Gobineau bir Fransız soylusuydu. Fransız Devrimi’nin ateşi harlıydı, soyluların onurunu kırmıştı devrim; yoksullaşmışlar, alt sınıflara yaklaşmışlardı. Kırılan onurunu, soyluluğu yücelterek onarmaya girişti. “İnsan Irklarının Eşitsizliği Üstüne Bir Deneme” adlı kitabını işte bu ruh hali içinde yazdı. Cermenler ve Frankların soyluluğunu övdü. Sonra giderek beyaz ırkın renkli ırklara üstün olduğu kanısına vardı.

Beyaz adam tam da renkli ırkları boyunduruk altına almak için dünyanın en yoksul bölgelerine sefere çıkmışken, onların cephaneliğine yeni mermiler yüklüyordu düşünürümüz. Irk, dünyanın odağıydı. Üstün ırklar üstünlüklerinin bilincine varmak için öteki ırkları ezmeliydi. Zaten doğa da aşağı ırkları yukarıdakilere hizmet etsin diye var etmişti.

O halde? Zenci, sarı ve beyaz ırklar aynı kökenden gelmiş olamazlardı. Bazı bakımlardan hayvanlardan da çok aşağılarda olan zenciler ise büsbütün dışarıda tutulmalıydı. “Zenciler yırtıcı hayvanlardır”; böyle yazıyordu. Onların fizik ve moral nitelikleri ancak maymununkilerle karşılaştırılabilirdi.

Gobineau bunları yazarken kapitalizmin kapısın araladığı utanç verici bir ticaret 300 yıldır kesintisiz sürmekteydi. Afrika kıyılarından hareket eden içi tıka basa renkli insan dolu gemiler Yeni Dünya’ya 16. Yüzyılın ortalarından beri zenci köle taşımaktaydı. Beyaz ırktan Amerikalılar zencilerin gelmekte olduğunu gemiler limana yanaşmadan saatlerce önce duydukları kokudan anlıyorlardı. O gemilere ellerinden ve ayaklarından birbirlerine zincirlenerek balık istifi dizilen zenciler, haftalarca süren yolculuk boyunca, ağızlarına akıtılan çorba ile besleniyor ve yediklerini içtiklerini bağlandıkları yere çıkarıyorlardı. Kokuyorlardı. Beyaz adam, zencilerin kötü koktuğu önyargısını işte böyle yaratmıştı. Bu zavallılar gemiden inerken artık tıpkı Gobineau’nun yırtıcı hayvanlarına benziyordu.

İşte o kölelerin çocukları köle emeğine ihtiyaç kalmayınca birer özgür proletere dönüştürüldüler. Beyaz adam bunu kendi kendine kabul ettirebilmek için büyük bir iç savaş çıkarmayı dahi göze aldı. Amerika’nın Güneyindeki köleciler yenildiler, Kuzeyindeki özgürlükçü kapitalistler kazandı. Zenciler hangi patrona kölelik yapacağına artık kendileri karar vereceklerdi.

 

Afrika’nın Ucunda

Yalnızca götürülen zenciler için değil kalan zenciler için de sonsuz acıların kapısı aralanmıştı. Beyaz adam suyu kaynağından içmek için Afrika içlerinde ilerliyordu.

Güney Afrika için her şey Bartholomeu Dias’ın 1488’de Ümit Burnunu geçmesi ile başladı. Avrupalılar yeni bir Hindistan yolu bulmuşlardı. Avrupa ile Hindistan arasında seferler yapan İspanyol, Hollandalı, Portekizli ve İngiliz gemiciler için Güney Afrika sahilleri bir uğrak noktasıydı. Jan Von Riebeek isimli bir doktor, 1652 senesinde çalışmakta olduğu Hollanda-Doğu Hindistan Şirketi adına Cape Town şehrinin bulunduğu Tavola Körfezinde, ticaret gemileri için depo ve levazım istasyonu kurdu. On yedinci yüzyılın ortasında kurulan bu ticari üs aynı yüzyılın sonlarında koloni haline getirildi. Önce Fransızlar, sonra İngilizler bölgeyi işgal edip kendi sömürgeleri arasına kattılar.

İşgalci beyaz Avrupalıların burada yerli halka karşı uyguladığı ırk ayrımı politikası, güya 1807’de İngilizlerin çıkarttığı kanunla kaldırıldı. Fakat azınlıkta olan Boer adı verilen çiftçiler tarafından ırk ayrımı şiddetle sürdürüldü.

Sömürgeci İngiltere ile ırkçı Boerler arasındaki kanlı savaşlar, 1902 senesinde İngilizlerin kesin galibiyeti ile nihayet buldu. Birinci Dünya Savaşından sonra ırkçılık, 1924’te başa geçen General Herzog’un zamanında çıkarılan kanunlarla meşru hale getirildi. Zencilerin yurttaşlık ve siyasi haklarını ellerinden aldı.

Güney Afrika'da siyahîlere uygulanan ayrımcılık, 1948 yılı genel seçimlerinden sonra resmileşerek sürdü. Bu düzen 1958 yılından itibaren yasalarla da desteklendi. Güney Afrika'nın, ırksal ve etnik çizgilerle beyaz, renkli ve Asyalı olarak bölünmüş halkları için "ayrı gelişme" politikası benimsenmişti. Haklar ve görevler ırk ayrımına göre dağıtılıyordu. Bin kadar yasa ve yönetmelik, farklı ırkların üyelerini, kentlerde, mahallelerde, parklarda, trenlerde, otobüslerde, okullarda, hastanelerde, sporda, telefon kabinlerinde, hatta hayvanat bahçelerinde birbirlerinden ayırmaktaydı. Yasalar, "polis bölgesi" olarak nitelenen kentlerde yerli halkın sürekli olarak oturmasına izin vermemekteydi. Yerlilerin sendika ve toplu pazarlık hakları sınırlandırılmıştı. Beyaz olmayanlar seçimlere katılamıyordu. “Apartheid” adı verilen "ayrı gelişme" ilkesi, dokuz kadar kabilenin ve Beyazların "kendi kendini" yönetmesi ve "kendi yönetimlerine sahip olması" olarak sunuluyordu. Beyaz adam ikiyüzlüydü, zulmüne işte böylesine dolambaçlı isimler takıyordu.  Özetle toprakların % 13'ü, nüfusun % 80 kadarını oluşturan yerli halkın; % 87'si, % 20'lik Beyazların elindeydi.

 

Apartheid

Beyaz adam “yırtıcı hayvanlara” hak ettiği gibi davranmakta mahirdi. Apartheid’a aykırı hareket ettiği için 1975-1984 yılları arasında tutuklanan Afrikalı sayısı iki milyondan fazlaydı. Resmi apartheid öncesini de kapsayan bir araştırmaya göre, 1916'dan 1981 yılına kadar olan 65 yıllık süre zarfında "geçiş yasaları" yüzünden tutuklanan Afrikalı sayısı 17 milyon 120 bin kişiydi.

Güney Afrika'da küçük bir azınlık halinde bulunan Avrupalı beyaz adam, vebalı hastalar gibi muamele ettiği yerlilerden uzak kalabilmek için olağanüstü masraflı düzenlemelere gitti. Siyahlar ve beyazlar için ayrı mekânlar, ayrı oturma düzenleri, ayrı tuvaletler, ayrı bina girişleri vs. hem özel ve karmaşık bir planlamayı, hem de inşaat ve tadilat bakımından daha fazla harcamayı beraberinde getirdi.

Apartheid, bütün bir Güney Afrika nüfusunu etnik temelde ayrıştırma ve şehirleri yeniden dizayn etme projelerinden gündelik hayattaki küçük ayrıntılara kadar yürütülen bir ayırma ve ayrımcılık politikası ve sisteminin genel adı oldu.

Cape Times'ın 13 Aralık 1960 tarihli nüshasında şöyle bir haber yer alıyordu: "Binlerce Sterlinlik bir maliyetle Salt River istasyonunu Salt River Demiryolu atölyelerine bağlamak üzere demiryolu çalışanları için yeni bir altgeçit inşa edildi. Altgeçit, beyaz işçilerin ve beyaz olmayan işçilerin atölyelere farklı altgeçitlerden ulaşmasını mümkün kılacaktır. Fakat farklı altgeçitlerden yürüdükten sonra beyaz olan ve olmayan işçiler atölyede yan yana çalışmaya devam edecektir."

Bu düzenleme çabaları, çoğu zaman traji-komik vakaların yaşanmasına da yol açtı. Cape Town'daki merkezi belediye kütüphanesinde farklı ırktan insanlar için ayrı ayrı çalışma masalarının tahsis edilmesi yönünde düzenleme yapıldı; fakat beyazların ve beyaz olmayanların aynı kitaplardan yararlanmasına bir yasak getirilmedi.

Yerel bir gazetede yer alan hükümet bildirisine göre deniz kenarında balık tutan kimselerin işgal ettiği kayalarda apartheid ilkelerinin uygulanması için, yani beyazların ve siyahların ayrı ayrı hangi kayalar üzerinde balık tutabileceğinin belirlenmesi için çalışma başlatılacaktı.

Cape Town, Pretoria, Johannesburg ve Durban'da sayısız Afrikalı sporsever, boks ve futbol maçlarını seyretmekten menedildi. Merkezi hükümetin bakanları, beyaz olmayan davetlilerin de yer aldığı diplomatik ve diğer resepsiyonlara katılmayı reddetti. Cape Town Newlands Stadyumu'ndaki bir ragby maçını seyretmek için başvuran "renkli" insanlara hükümet şu şartla izin vermişti: Kendileri ile beyaz seyircilerin arasına iki metre yüksekliğinde bir tel çitin örülmesi. Yine aynı dönemde ABD uçak gemisi Independence'in Cape Town'a yapacağı ziyaret iptal edildi; zira Güney Afrika hükümeti, karaya çıkacak Amerikalı pilotların hepsinin beyaz olmasında ısrar etmişti. "Renkli" ırktan hemşirelerin hastanede beyaz hastalara bakmasına izin verilmedi; öte yandan siyahi dadıların evde beyaz bebeğe banyo yaptırmasına müsaade edilmekteydi. Bir beyazla 30 yıldır evli olduğu anlaşılan bir Çinli, Ahlâksızlığa Dair Yasa'ya göre suçlu bulundu. Fakat bundan daha feci olanı, farklı etnik kökenden insanların bir arada yaşadığı konutlara polisin gece yarısı düzenlediği baskınlarla yaşanıyordu. Cinsel ilişkide bulunduğundan kuşkulanılan bu tür çiftlerin yatak odalarına giriliyor, yatak çarşaflarının ısısı ölçülüyor ve üzerinde sperm izleri aranıyordu. Hatta söz konusu yasayı çiğnediklerine dair kişiler aleyhine kanıt sağlamak amacıyla yatak odalarına gizli kamera yerleştirildiği dahi oluyordu.

1971'de Cape Town'daki otel ve lokantaları ilgilendiren bir apartheid düzenlemesi hayal gücünün sınırlarını zorlamaktaydı. "Tabak bez apartheid'ı" diye adlandırılan düzenlemeye göre beyazlar ve beyaz olmayanlar tarafından kullanılan farklı bardaklar ayrı ayrı yıkanıp muhafaza edilecekti. Beyaz kişilerin ve beyaz olmayan kişilerin bardaklarını kurulamak için ayrı bezler kullanılacaktı.

Irkçılık Avrupa kaynaklıydı; sömürgeciliğin, emperyalizmin, soykırım hareketlerinin, kapitalizmin, liberal ekonomik modellerin ve nihayet aşırı tüketim, israf ve konfora dayalı modern Batılı hayata tarzının ideolojisiydi. Irkçılık ideolojisi gereği, insanların deri rengi veya kafatası yapısından yola çıkarak yetenekleri, eğilimleri ve davranış biçimleri belirlenmeye çalışıldı. Gobineau’nun tarif ettiği, Rudyard Kipling'in yücelttiği “beyaz adamın yükü”nü kavramaktan aciz, onun uygarlaştırma çabasına karşı koyan “vahşi” ve “yarı şeytan” topluluklar, ortadan kaldırılması gereken hilkat garibeleri olarak muamele gördü.

Nelson Mandela işte bu düzene baş kaldırma cesaretini gösteren renkli insanlardan biriydi. Direndi, hapse atıldı, eziyet edildi. 30 yıla yakın ikamet ettiği zindanlarda Gobineau ve Kipling’i tekzip ediyor, “biz de insanız” diye haykırıyordu. Direndi, hem kendinin hem de renkli insanların kaderini değiştirdi.

İngiliz şarkıcı Amy Winehouse onun için bestelenmiş bir şarkıda şöyle diyordu: "21 yıl hapis; ayakkabıları ayağına dar geliyor, çünkü ona işkence yapmışlar ama ruhu hep özgür…“

 

 

fotoğraf: Köle Pazarlarını simgeleyen "Köle Ticareti Anıtı"; Zanzibar

fotoğraf: Mandela ve çocuk (AP)

 

 


Herkes bilsin